I Dünya Harbi Öncesi İngiltere’de Kurulan Türkofil Bir Dernek: The Anglo-Ottoman Society Aralık 2019, Cilt 83 Sayı 298
Abdülhamit tarafından kendisine Osmanlı Mecidi Nişanı verilmiş ve bundan sonra ondan bey ya da efendi olarak bahsedilir[68]. O, The Oriental, Occidental and African Society; The Central Islamic Society; The Ottoman Committee; The Anglo-Ottoman Society; The Albanian Committee; The League of Justice of the Afro-Asian Nations gibi pek çok kuruluşta aktif görev alır[69]. Anglo-Ottoman Society’nin kurucuları arasında yer alırken, diğer tarafta Central Islamic Society’de başkan yardımcısıdır. Bu kuruluşlar Osmanlı konusu, Pan İslamizm ve Mısır Nasyonalizmi gibi mevzular içerir[70]. Anglo-Ottoman Society ile olan ilişkisi, PanAfrikalı ve yarı Sudan siyasi aktivisti, aktör ve yazar Muhammed Ali’yi de içine alan The New Age dergisi aracılığıyla sömürgecilik karşıtı aktivistlerle temasa girer. Duse, 1913’te de, Osmanlı yanlısı Arapların Türk-İtalyan savaşında mücadele etmek amacıyla silah satın almak için para toplar[71]. Duse, kurduğu örgütlerle Afrika birliği savunuculuğu ve ırkçılık karşıtlığının önemli simalarındandır. Savunduğu fi kir ve düşünceler sayesinde çeşitli kesimlerden insanları da yanına alabilmiştir. Yüzyıla gelindiğinde İngiltere, 1798 de fi ilen uygulamaya başladığı koruma politikasını, farklı biçimlerde ortaya koymuştur. Bu politika bazen diplomatik yolla, bazen de doğrudan, Osmanlı Devleti’nin yanında yer almak suretiyle 1878 yılına kadar sürmüştür.
Türk İmparatorluğunu birkaç yıldır var olan bir projeye göre tamamen bölmeyi tasarladığını dillendiren Pickthall, çok ilginçtir daha Sykes-Picot antlaşması imzalanmadan paylaşımı tahmin eder. Arabistan’ın tüm yarımadası kademeli iltihak için nüfuz alanına dahil edileceğini de söyleyen Pickthall, “Fransa Suriye’nin büyük kısmını alacak. Kutsal toprakların paylaşılması müzakerelerin mevzusu olacak çağdaş Hristiyanlığın bir öğrencisi olarak buna şahitlik edeceğiz. Ancak sonunda mümkün olduğunca burada küçük otonom bir devletin kurulacağını düşünüyorum”[140] diyerek de Filistin ile ilgili paylaşım düşüncesini öngörür. 1916 yılının ayrı barış çalışmaları içinde bitmesinden sonra 1917 yılı ayrı bir dönüm noktasıdır ve en azılı düşman olan Rusya, bir ihtilalle çalkalanır.
Akıl hastası ve ergenlik çağına ulaşmamış mümeyyiz küçük mâsiyet işleyemeyeceği için bunların ancak te’dib edilebileceği ifade edilmiştir. Buna göre kişiler durumlarının salâh üzere olup olmaması, ahlâkî nitelik, soy ve makamları itibariyle tasnif edilir. Fakat bu konuda zikredilen suç ve cezalar, umumiyetle ilk defa işlenen küçük günahlar ve kabahatlerle ilgili olup başta zulüm ve fesadı yayma niteliğindeki büyük günahlar olmak üzere suçların geneli için bu tür bir ayırım söz konusu edilmemiştir. Ülkelerinden tehlikeli bir işe cesaret ederek ayrılmış bu katı kurallara bağlı eski gezginlerden, tam anlamıyla gördüklerinin objektif ve tarafsız bir raporunu beklemek çok fazla şey istemek olur. Sadece nadiren, Sir Henry Blount[24] örneğinde olduğu gibi, ülkeyi ve insanlarını belli bir tarafsızlık ölçüsüyle inceleyen gezginlere de rastlıyoruz. Levant Kumpanyası memurları arasındaki yazışmalarda da, ekseriyetle mektubu yazanın iş zihniyetiyle – ticaret veya politika – veya Sir Thomas Roe’nun yaptığı gibi sanat ve arkeoloji yönüyle düşündüğü için doğru olan bilgilerle karşılaşabiliyoruz. Bu tür eski eserlere olan ilgi on yedinci yüzyılın otuzlu yıllarına denk gelen Roe’nun dönemine[25] yani ele aldığımız dönemin bitim tarihinden bir süre sonrasına kadar, İngilizlerin dikkati Osmanlıların impara-torluğuna çevrilmemişti. Osmanlı devleti nezdine yedinci büyükelçi olarak atanan Sir Thomas Roe, Başpiskopos Loud tarafından yazma eser toplamak, Buckingham Dükü tarafından da eski eserleri ortaya çıkarmak için görevlendirilmişti. Fakat Roe en büyük hizmetini gerek bir kısmını kendisi toplayarak ve gerekse Türk makamlarından Baron’un uzmanlan adına Marmora Arundelliana [Arundel Mermerleri][26] olarak bilinen ünlü koleksiyonu toplamaları için aldığı izin sayesinde, Arundel Kontu Thomas Howard için gerçekleştirmişti.
- Fakat kitaplarda belirtilen düşünceler ve görüş açılan gerçek yazarlarına aitti, çevirmenlerinin ne düşündüklerini çok az yansıtıyordu.
- “Rusya ve Fransa İngiltere’nin bütün İslam halklarını etkilemeye çalışmasına ne kadar süre hoşnut bakacaktır?
Ta‘zîr kapsamında verilebilecek hapis cezasının süresi konusunda bunun üst sınırı bulunmayıp işlenen suça göre belirleneceği ve bir yıldan az olması gerektiği şeklinde iki görüş bulunmaktadır. Şâfiîler çoğunlukla ikinci görüşü benimserken başta Mâlikîler olmak üzere diğer mezheplerde üst sınırın suçun ağırlığına ve suçlunun durumuna göre belirlenmek üzere kadının takdirine bırakılacağı kabul edilir. Bir kimseyi tutup başkasının onu öldürmesine yardımcı olma suçu gibi bazı istisnaî durumlarda ömür boyu hapis cezası verilebileceği görüşü de ileri sürülmüştür. Suçlunun kendi vatanından uzakta bir yere sürülebileceği veya belirli bir yerleşim biriminde zorunlu ikamete tâbi tutulabileceği hususunda fakihler arasında görüş birliği vardır. Asıl veya ek ceza olarak verilebilen sürgün cezasının hangi suçlarda uygulanacağı, yer ve süre hususlarında farklı görüşler ortaya konmuştur (bk. SÜRGÜN)\. Gizliliğinize ve güvenliğinize öncelik veriyor, güvenli bir oyun ortamı sağlıyoruz. resmi web sitesi\.
Belki de tek faaliyeti, seçkin Fransız yazar ve Turcophil, Pierre Loti’nin “Turquie Agonizante” adlı eserinin tercümesi ve yayınlanmasıdır. Bunun çevirmeni, Ottoman Committee üyesi ve daha sonra Ottoman Association üyesi olan George Raff alovich’tir ve kitap African Times tarafından komite için yayınlanmıştır. Loti ve Raff alovich hizmetleri karşılığında bir ücret almamıştır ve satış gelirleri komisyonun fonlarına gider. Yayın masrafına, Arthur Field, Duse Muhammed Ali gibi kişiler bu noktada katkıda bulunur[31]. Dünya Savaşının sonuna hatta savaştan sonrası dönemde de devam eder. Ta‘zîr cezalarında ceza ehliyeti diğer suçlardan farklılık arzeder; müslüman olmak, rüşd, hürriyet gibi şartların eksikliği ta‘zîr cezalarını düşürmez, suçlunun durumuna uygun bir ta‘zîr cezası uygulanır veya bu tür eksiklikler cezada hafifletici rol oynar. Kural olarak ta‘zîr cezası mümeyyiz olmak şartıyla din ve cinsiyet farkı gözetilmeden herkese uygulanabilir; ancak kime hangi tür cezaların uygulanabileceği hususunda suçun niteliği ve suçlunun durumu dikkate alınır.
Adeta kabına sığmayan Pickthall Valyi’ye iki tane mektup gönderir. İkincisinde, mektubuna cevabını kaygıyla beklediğini ve dışişlerinin İtilaf dayanışması konusundaki duruşunu tekrarlar. Hatta İsviçre’ye gidip ayrı barış antlaşması imzalanması için girişimde bulunacağını belirtir. Valyi arkadaşına, “Bu mektupta daha fazlasını açıklayamıyorum” diye yazar, “Ama size pasaport verilmesinde bir tehlike yok. Yolculuğunuzun sonuçları bir hiç olacaksa, İngiltere’ye dönersiniz, olur biter”[100] der. Bu mektup eline geçmeden, Pickthall sabırsızlanır ve muhtemelen Aubrey Herbert sayesinde tanışmış olduğu Mark Sykes’ı bulur. Sykes’ın İttihatçılardan duyduğu nefretin savaş öncesi Osmanlı Devleti için geliştirdiği iyi düşünceleri gölgede bıraktığını, aslında Sykes’ın Osmanlı’nın bütünüyle parçalanmasını savunanlardan olduğunu fark edemez.
Allah hakkının galip olduğu suçlarda ise yönetici veya kadının af yetkisi bulunur, ayrıca tövbe ve zaman aşımı cezanın düşmesinde rol oynayabilir. Osmanlıların Balkanlardaki fetihlerinden çok Doğu Akdeniz’de yayılmaları, denizci devletler için İmparatorlukla dostça ilişkiler kurmayı özendirici bir konuma getiriyordu. Cenova ve Venedik’in yavaş yavaş gerilemeye başladığı sırada Fransa ortaya çıkmış ve 1536 yılında ilk.Kapitülasyonun elde etmiştir. İngiltere’nin ilk girişimi ise Jenkinson’un 1553 yılında aslında kendi adına Kanunî Sultan Süleyman’dan almış olduğu “ayrıcalık ve mürur tezkeresi” ile başlamıştır. Bu ayrıcalık ve mürur tezkeresi “Fransız ve Venediklilerin kullanmakta olduğu özgürlük ve ayrıcalıklar gibi, benzer durumlarda, her hangi bir ferdin engellemesi ve suçlamasıyla karşılaşmadan kullanılmak ve mümkün ise daha da fazlası”[5] için verilmiştir. İki ülke arasındaki ticari ilişkiler bir kez başladıktan sonra sürekli büyüdü ve gelişti.
Sykes, Picot ve Rus Dışişleri Bakanı Sergey Sazanov’la birlikte Üçlü Anlaşma’nın son ayrıntılarını kararlaştırdıkları, Moskova yolculuğundan henüz dönmüştür. Aslında Sykes’ın ayrı barış düşleri kurgulayan Pickthall’a ayrılacak zamanı yoktur. Pickthall’a 25 Mayıs 1916’da bir mektup yazarak, yabancı bir ülkeye gitme iznini reddeder. Valyi’nin daveti de böylesi bir ziyareti haklı göstermeye yetmez[101]. Pickthall bir kez daha başarısızlığa uğramıştır ama yine de pes etmez. Anglo-Ottoman Society pek etkin olmamakla birlikte, iyi niyetli, çok seçkin üyeleriyle faal bir siyasal lobi grubu olarak savaş öncesi İngiltere’sinde yerini almıştır. Bu gibiler İttihat ve Terakki hükümetini hem emperyalizmin kurbanı, hem de dünyanın koyu tenli insanlarının koruyucusu olarak görürler. Hoca Kemaleddin gibi kimi Britanya Müslümanlarının İngiliz-Osmanlı ittifakından yana olmalarının bir nedeni de iki imparatorluğun milyonlarca Müslüman’ı kapsamasıdır[60]. Çünkü Osmanlı ve Britanya’nın farklı safl arda yer alması, bu kişileri de iki ateş arasında bırakacaktır. Fleet Sokağında kurulan bu topluluğun daha sonra kısa bir manifestosunun yayımlanacağı da bildirilmiştir[46].
Kuşkusuz birçok insan geleceği için doğru birikimler yaparak hayatının ilerleyen yıllarında güvenceli ve huzurlu bir yaşam inşa etmek ister. Özellikle emeklilik dönemi, insanların yüksek yaşam kalitesi elde etmeyi arzuladığı bir dönem olarak güvence ve birikim gerektirir. Geleceği ve emeklilik yaşamını güvence altına almanın yollarından biri olan Bireysel Emeklilik Sistemi (BES), insanlara kendi tercihleri ve birikimleri doğrultusunda güvenceli ve rahat bir emeklilik vadeder. Bu anlamda birçok insan, Bireysel Emeklilik Sistemi’nin tanımını ve ayrıntılarını merak eder. Bireysel Emeklilik Sistemi’nin en çok merak edilen yönleri ise katılım şartları, devlet katkısı, sigortalının temel hakları ve sistemin faydaları gibi pek çok hususu kapsar. Eğer siz de BES hakkında detaylı bilgi sahibi olmak isterseniz gelin sistem hakkındaki ayrıntıları yakından inceleyelim. Gözlemcilerin Türklere yakıştırdıkları bir başka çirkin özellik de açgözlülüktü. Bu konuda askerlerle yüksek mevkideki memurlar ve halk arasında belirsiz bir ayırım yapılmış gibi görünüyor. Daima silah altında bulunan Sipahiler ve Yeniçeriler kural tanımaz olmuşlardı. Kazan kaldırma tehdidiyle fazladan akçe sızdırıp, ulufelerini arttırabileceklerini fark etmişlerdi. Padişah’ın ölümünden, veliahtın Anadolu’daki sancağından İstanbul’a gelmesine kadar geçen birkaç günlük zamanda, Hıristiyan-Müslüman ayırmaksızın sık sık başkentteki dükkanları yağmalıyorlardı. Memurlara gelince, rüşveti yasal armağanlar olarak kabul ediyorlardı.